- Sayın Güler, siz bir akademisyen olarak Atatürk’le ilgili çok sayıda önemli çalışmaya imza atmış birisiniz. Yüksek Lisans ve Doktora eğitiminizi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi alanında yaptığınızı biliyoruz. Tarih lisans eğitiminizin ise Genel Türk Tarihi olduğunu yaşam öykünüzde görüyoruz. Tarihsel sürece bakıldığında genel olarak Türkiye ve Çin ilişkileri hakkında neler söylersiniz?
Öncelikle teşekkür ederim. Türk tarihi ve Çin tarihi esasında iki komşu milletin, iki köklü birer geçmişe sahip milletin bazen savaşlarla, bazen de barış içerisinde gelişen tarihidir. Komşu coğrafyalarda gelişen bu ilişki zaman zaman iç içe geçen, zaman zaman da önemli kültürel alışverişlerle gelişen bir tarihtir.
Biz lisansta Orta Asya Türk Tarihi derslerini, 1937 – 1948 yılları arasında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’de Sinoloji ve tarih dersleri veren dünyaca ünlü Çin Tarihi uzmanı Wolfram Eberhard’ın öğrencisi olan Merhum Hocamız Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’den aldık. Alman Sinolog W. Eberhard, merhum hocamızın 1948’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hazırladığı “Uygur Devleti’nin Kuruluşu” adlı doktora tezinin danışmanlığını yapmıştır. Bahaeddin Ögel Hocamız Çince dahil yedi dil bilen, Orta Asya Türk tarihinin dünya çapında uzmanlarından birisi idi. Yine öğrenciliğimizde Orta Asya Türk tarihi derslerini aldığımız bir diğer hocamız da Hocamızın öğrencisi ve Çin tarihi uzmanı olan Prof. Dr. Ayşe Onat idi.
Bugün Orta Asya Türk tarihi çalışacak bir akademisyenin mutlaka Çince bilmesi lazımdır.
Bunları belirtmemim sebebi, Türk ve Çin tarihlerinin içi içe geçmişliğinin anlaşılması içindir. Tarih bilimi açısından ifade edersek, Orta Asya Türk tarihinin en önemli kaynakları “Çin Yıllıkları”dır. Bugün Orta Asya Türk tarihi çalışacak bir akademisyenin mutlaka Çince bilmesi lazımdır.
Bu çerçevede genel olarak baktığımızda iki milletin tarihsel ilişkilerinin ciddi kültürel etkileşimlerle geliştiğini rahatlıkla söylemek mümkündür. Mesela Çin’de süvari birliklerinin görülmesi, atın savaşta kullanılması Türklerle ilişkiye geçmelerinden sonradır. Doğal olarak pantolon ve ceketin de Çin’e girişi Türkler sayesinde olmuştur. Bu etkileşimlerin, alışverişlerin karşılıklı olarak günümüze kadar devam ettiği rahatlıkla söylenebilir.
“Coğrafya milletlerin kaderidir” derler biliyorsunuz. Asya’nın dününde etkili olan milletlere baktığımızda, bunların bugün de etkili olduklarını ve yarın da etkili olacaklarını rahatlıkla söylemek mümkündür. Türk Cumhuriyetleri, Çin, Hindistan, Rusya, Japonya, Moğolistan, Pakistan, İran ilk akla gelen devletlerdir.
Asya veya daha geniş söylersek Avrasya’nın dün olduğu gibi bugün de dünya güç dengeleri içinde belirleyici bir jeopolitik, jeostretejik öneme sahip olduğunu biliyoruz. Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’dan Atlantik ötesine kayan güç merkezi, önümüzdeki süreçte Avrasya’da oluşacaktır. Bu nedenle Asyalı milletlerin aralarındaki ticari, kültürel, askeri vs. işbirliği alanlarını geliştirerek Asya’nın kaderini kendilerinin belirlemeleri lazımdır.
- Atatürk dönemine gelmeden önce, yani Cumhuriyet öncesinde Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Türkiye-Çin ilişkileri konusuna değinecek olursak neler söylersiniz?
Çin’in, Osmanlı Türkiyesi ile Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin daha çok XIX. Yüzyılın sonlarında başladığı görülmektedir. Bu gecikmede, Avrupalı devletlerin ekonomik ve ticari baskılarıyla Hristiyan misyonerlerin propagandalarına maruz kalan Çin’in 1757 yılında Canton şehri dışındaki sınırlarını yabancılara kapatması etkili olmuştur. İki devlet arasında XIX. Yüzyılın sonlarında görülen ilişkiler, ekonomik ve siyasi ilişkiler olmaktan çok; sayıları elli milyonu bulan Çin Müslümanlarına nasihat heyetleri gönderme ve onların dini konularda bilgilendirilmelerine yöneliktir.
Pekin’de Çin Müslümanları tarafından Sultan Abdülhamit adına bir üniversite kurulmuştur.
Ayrıca Osmanlı Devleti, hac amacıyla gelip İstanbul’a uğrayan Çinli Müslümanlara yardım etmiştir. Yine Pekin’de Çin Müslümanları tarafından Sultan Abdülhamit adına bir üniversite kurulmuştur (Pekin Hamidiye Üniversitesi).
Osmanlı Devleti’nin 1904’te Çin’de elçilik açma girişimleri ve 1909’da Çin’deki Osmanlı uyrukluların hukukunun korunması için iki ülke arasında karşılıklı bir beyanname imza çabaları sonuçsuz kalmıştır.
- Peki iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasından önce, kültürel ve sosyal alanda ya da aydınlar arasında bir etkileşim var mıydı? Mesela Türk İnkılabı, Atatürk hareketi Çin’de bir ilgi yaratmış mıydı?
Elbette Atatürk önderliğindeki Türk İnkılabı bütün dünyada, özellikle emperyalizmin sömürgesi olan mazlum milletlerde, onların aydınlarında ciddi bir ilgi yaratmıştır. Atatürk hareketine Çin’de de ciddi bir ilginin olduğu görülmektedir. Bu ilginin temelinde şüphesiz iki ülkenin de emperyalizme karşı direnmesi, savaşması önemli rol oynamış gözükmektedir. Nitekim Sayın Necati Demircan’ın tespitlerine göre, Çin Komünist Partisi (ÇKP) üyesi Cai Hesen 1922 yılında yazdığı makalesinde Türkiye’nin emperyalistlere karşı kazandığı zaferi coşkuyla selamlamıştır. “Türkiye ile Çin’in emperyalizmin baskılarına maruz kaldığını ve Türklerin emperyalizme karşı kazandığı Anadolu zaferinin tüm ezilen milletleri cesaretlendirecek bir gelişme olduğunu” ve “Türkiye’nin emperyalizme karşı bu başarısının Çinlilere de örnek olması gerektiğini” belirtmiştir. Diğer bir ÇKP üyesi Gao Junyu da Türkiye’nin emperyalizme karşı zaferini selamlamıştır.
Türkiye’nin emperyalizme karşı başarısının Çin aydınlarında önemli bir etki yarattığı görülmektedir. Bu durum Çin’in Türkiye’yle ilişkilerini güçlendirmesinde olumlu rol oynamıştır. Çin’de 1911, Türkiye’de 1923 devrimlerinin benzer karakterli olması iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmıştır. Türk devriminin başarısını anlamaya yönelik Çinli heyetlerin ziyaretlerinin sıklığı ve Türkiye hakkında verdikleri raporlar da bu durumu kanıtlamaktadır.
Türkiye de Çin ve Uzak Asya’daki gelişmeleri takip etmiştir. Özellikle Japon-Çin savaşı sırasında bölgedeki gelişmeler ve Çin’in ekonomik gelişmeleri ile ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı ve Tokyo Büyükelçiliği’nin raporları yayınlanmıştır.
- Sayın Güler, Çinli aydınların Atatürk dönemine ve bu dönemdeki Türkiye’ye olan bu ilgileri Çin’de kitap ve makalelere konu olmuş mudur?
Elbette. Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki milli bağımsızlık hareketi, Türk İnkılabı Çinli birçok aydın ve devlet adamını etkilemiş, Çin’de Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili çok sayıda eser yayımlanmaya başlamıştır. Muğla Üniversitesi’nden Sayın Mehmet Temel’in yaptığı “Atatürk Devrimlerinin Çin Aydınlarında Algılanışı ve XX. Yüzyılın İlk Yarısındaki Türkiye-Çin İlişkilerine Yansıması” başlıklı araştırmasında değerlendirdiği şu yazar ve eserleri söylemek mümkündür:
- Liu Ko-şu, Yeni Türkiye, Shanghai, 1927.
- Liu Ko-şu, Türk İnkılap Tarihi, Shanghai.
- Lin Van-yen, Türkiye’nin En Yeni Dış Politikası, Shanghai, 1937.
- Sung Şu-jco, Yeni Türkiye, Shanghai, 1928.
- Cav Cing-yüan, Türkşye Tarihi, Shanghai, 1935.
- Dzıng Cin, Kemal’in Bibliyografyası, Shanghai, 1939.
- Türkiye’nin Milli Hâkimiyetinin İstirdadı (Geri Alınışı), (Yazarı, baskı yeri ve tarihi belli değil).
Şüphesiz, bu eserler Türk inkılabının ilk etkilerinin görülmeye başlandığı yıllarda yayımlanan eserlerdir. Sonraki yıllarda çok sayıda eser makale yayımlanmıştır.
- İki ülkenin kültürel ve sosyal etkileşimi uzun yıllara dayanıyor. Diplomatik ilişkiler de en az bu ilişkiler kadar önemli bir yer tutuyor. Peki Atatürk döneminde ilk Türkiye-Çin diplomatik ilişkileri ne zaman ve nasıl başlamıştır?
Lozan Antlaşması’nın imzalanarak genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası hukuka göre bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınmasını takip eden günlerde, dış politika bakımından Atatürk ve arkadaşlarının üzerinde durdukları iki önemli konu vardır. Bunlardan biri, Lozan’dan arta kalan sorunların çözümü, diğeri de barış ortamında diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi. Tabiidir ki, bu kapsamda yeni diplomatik ilişkilerin kurulması.
Çin ile ilk diplomatik ilişkilerin resmen 17 Ekim 1925’te Türkiye’nin Belçika Büyükelçiliği tarafından yapılan bir girişimle başladığını biliyoruz. Bu tarihte Türkiye, Çin ile dostane ilişkiler geliştirme niyetini göstermek ve bir ticaret anlaşması imzalamak için Çin’in Belçika Büyükelçisi Wang Jingqi ile temasa geçti. Bu bilgiyi alan Beiyang Hükümeti (1912-1928 yılları arasında başkenti Pekin’de bulunan Çin Cumhuriyeti Hükümeti’dir), Belçika’daki Çin büyükelçisine konuyu müzakere etmesi ve bir ticaret anlaşması imzalaması için derhal Türk maslahatgüzar ile temasa geçilmesini emretti. Fakat Türk maslahatgüzarın imzalanacak ticaret anlaşmasında “en çok gözetilen millet” kaydı ile ilgili bir maddenin konulmasını istemesi üzerine müzakerelere Çin Hükümeti tarafından karşı çıkıldı.
Fakat Çin, Türkiye’nin büyük bir Asyalı devlet olduğunu ve dostane ilişkiler kurmak için en kısa sürede bir ticaret anlaşması imzalanması gerektiğine inanıyordu.
Mart 1926’da Beiyang Hükümeti Dışişleri Bakanlığı, Rusya’da bulunan diplomat Zheng Yanxi’yi aradı ve Türkiye’nin Rusya Büyükelçisi Zekai Apaydın ile temasa geçmesini istedi. Zheng Yanxi ile Zekai Apaydın arasındaki istişare ve müzakereler devam ederken, uzun yıllar Türkiye’de yaşayan Wang Zengshan ve Ma Hongdao önderliğinde 165 Çinli, Beiyang Hükümeti’ne Türkiye ile imzalanacak dostluk ve ticaret anlaşmasının hızlandırılması için ortak bir dilekçe verdi. Beiyang Hükümeti 8 maddelik Çin-Türk dostluk antlaşması taslağı hazırladı. Fakat Çin’in Doğu Türkistan (Sincan/Xinjiang) Eyaleti Valisi Yang Zengxin, Türkiye’nin eyaletteki Müslümanları etkileyerek bölgede güç unsuru oluşturabileceği korkusuyla Türkiye ile herhangi bir anlaşma imzalanmasına karşı çıktı.
Diğer taraftan Nanjing’te ulusal hükümetin kurulması Türkiye ile Çin arasındaki müzakerelerin kesilmesine neden oldu.
İki ülke arasında dostluk antlaşması üzerine müzakereler devam ederken 1929 yılında Türkiye, Japonya Büyükelçisi Hulusi Fuad Tugay’ın Çin maslahatgüzarı olarak tanınması için bir girişimde bulunmuş ve bu istek Çin tarafından kabul edilmiştir. Böylelikle Türkiye’nin Çin nezdindeki ilk temsilcisi Hulusi Fuad Tugay olmuştur. Hulusi Fuad Tugay 1 Nisan 1929’da Şanghay’a gelmiş ve 9 Nisan’da Nanjing’e giderek Dışişleri Bakanı tarafından kabul edilmiştir. Çin Dışişleri Bakanı görüşmede, “ikili ilişkilerin kurulmasından dolayı memnuniyetlerini” ileterek, “Çin’in Türkiye’nin yaşadığı devrimleri yaşadığını, bu nedenle Çin hükümeti ve Çin milletinin Türkiye’ye karşı bir sempati beslediğini” belirtmiştir. Görüşmeden sonra Türkiye şerefine bir yemek verilmiştir.
Ancak 1931 yılında Türkiye’nin Çin temsilciği ekonomik zorluklar ve yer problemleri nedeniyle kapatılmıştır. Çin’de Türkiye Elçiliği ancak sekiz yıl aradan sonra, 1939 yılında Emin Ali Sipahi’nin atanması ile yeniden açılabilmiştir.
- Bu başlangıçtan sonra, iki devlet arasında özellikle 1934 yılından itibaren yapılan anlaşmalar ile hem politika anlamında hem de ticaret anlaşmalarıyla ticari ilişkiler konusunda ciddi gelişmeler yaşandığını biliyoruz. Bu süreçte hangi diplomatik ilişkiler vardır?
Çok yerinde bir tespit yaptınız. Evet, Türkiye ile Çin arasında 1925 yılından 1934 yılına kadar dostluk anlaşması imzalanmasına yönelik karşılıklı müzakereler ve yazışmalar yapılmış fakat çeşitli nedenlerle anlaşmaya varılamamıştır. Dokuz yıllık karşılıklı müzakerelerin sonunda, 4 Nisan 1934’te Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey ile Çin Cumhuriyeti adına Bern Elçisi M. V Hoo Chi Tsai arasında Ankara’da dört maddelik bir dostluk antlaşması imzalanmıştır. Çin ile Türkiye’nin dostluk ve ticaret antlaşması imzalamasının ardından iki ülke arasında diplomatik temsilcilikler kurulmuş, siyasi ve ekonomik ilişkiler güçlenmiştir.
Sayın Necati Demircan’ın tespitlerine göre, örneğin aynı yıl içerisinde Çin’in Türkiye’ye yaptığı ihracat 100.000 gümüş doları aşmıştır. Bu miktar Çin’in o dönemki ihracatının % 2,5’ini oluşturmaktaydı. Böylelikle Türkiye ve Çin arasındaki ticaret iki kat artmıştır.
Çinlilerin Türk devrimine ve Türkiye’nin hızla kalkınmasına olan meraklarının etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle, Çinli vatandaşlar Türkiye’ye çalışmak ve iş yapmak için gelmiş ve bu da iki halk arasındaki çeşitli etkileşimleri büyük ölçüde teşvik etmiştir. Aynı zamanda Türkiye-Çin dostluk antlaşmasının imzalanması sonrası Çinli heyetlerin Türkiye seyahatlerinin sayısı da artmıştır. Bu konuda Çinlilerin Türk devrimine ve Türkiye’nin hızla kalkınmasına olan meraklarının etkili olduğu anlaşılmaktadır.
- Aynı zamanda diplomatik ilişkilerin tescili olarak 1934 sonrasında elçiliklerin açılması ve ilk elçilerin görevlerine başlaması söz konusu. İlk Çin Büyükelçisi kimdi? Gelişi ve karşılanışı hakkında bilgi verir misiniz?
İkili ilişkilerin kurulmasının ardından He Yao Zu, 1935 yılında Çin’in ilk Büyükelçisi olarak Türkiye’de görevlendirildi. Büyükelçi Türkiye’ye gelmeden önce Cumhuriyet gazetesi muhabirine Nanjing’te verdiği demeçte “Türk İnkılabını inceleyerek memleketimize uygulamaya çalışacağım” demiştir.
General He Yao Zu 48 yaşındadır. Askeri eğitimini Japonya’da bitirmiştir. Nankin’i asilerden temizleyen askeri birlikte önemli görevler almıştır. Nankin Mevki Kumandanlığı’nda, Merkez Siyasal Konseyi Üyeliği’nde, daha sonra Başkomutanlık Konsey Üyeliği’nde bulunmuştur.
He Yao Zu 7 Mayıs 1935 günü İstanbul’a geldi. Elçi’nin ilk gün verdiği demeçte “Türkiye’yi kurtaran Büyük şefinize ve onun kıymetli arkadaşlarına Çin ulusunun hürmetkâr selamlarını getirdim. Türkiye’de bir elçilik kurarak iki dost millet arasındaki münasebetin daha ziyade kuvvetlenmesine yardım edebileceğimizi umuyoruz. Güven mektubunu Cumhurbaşkanınıza vermediğim için bu sözlerimi bir elçi sıfatıyla değil hakiki bir Türk dostu sıfatıyla söylüyorum” demiştir.
Çin Elçisi He Yao Zu, “Atatürk’ten önemli dersler almak bizim için emsalsiz bir övünç kaynağıdır” demiştir.
Çin Elçisi He Yao Zu, 16 Mayıs 1935’te Cumhurbaşkanı Atatürk’e güven mektubunu sunarak görevine başlamıştır. Çin Elçisi Anadolu gazetesine verdiği demeçte “Atatürk’ten önemli dersler almak bizim için emsalsiz bir övünç kaynağıdır” demiştir. Ayrıca Çin şiirinden bir örnek vererek şunları söylemiştir: “En büyük zevk yeni bir dosta malik olmaktır. Diğer bir manzume de, uzun bir ayrılıktan sonra eski bir dostun yeni bir dosta geleceğini söylüyor. 3.000 seneden beri olan tarihi münasebetlerimiz eski tanışık olduktan sonra yeni dostlar haline geldiğimizi söylememek kabil değildir… Mesut bir tesadüf eseri olarak güven mektubunu teslim etmeden evvel gök gürültüsüyle karışık yağmur yağmıştır. Eski kitaplarımızda gök gürültüsü hareket getirir. Bugünden itibaren ilişkilerimizi kuvvetlendirecek iyi bir alamettir. Yağmur ise dostluk anlamına gelmektedir. Ecdadımız eski dostlarına eski yağmurlar diyordu. Eski münasebetlerimizle resmi münasebetlerimize bu sembolün önümüze gelmesinden oldukça memnunuz” demiştir.
Çin Elçisinin bu sözleri, bizim söyleşinin başında belirttiğimiz Türkler ile Çinliler arasındaki tarihi geçmişe, köklü tarihi ilişkilere dair derin bilincini ve Atatürk’ün başarılı yönetimine olan inancının çok yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’deki ilk Çin Elçisi Türk devriminin Çin’e uygulanabileceği konusunda derin bir inanca sahiptir. Elçi’nin bu inancını Türk ve Çin gazetelerine verdiği demeçlerde ve Çin hükümetine Türkiye hakkında yazdığı raporlarda görmek mümkündür.
Çin’in ilk Türkiye diplomatlarının Türk İnkılabı’na ve Atatürk’e ilgileri oldukça yüksektir. Çin’in Ankara Elçiliği İkinci Kâtibi Nimetullah orta ve lise eğitimini Türkiye’de yapmıştı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunuydu. Nimetullah, Çin’de verdiği konferanslarda Türk İnkılabı’ndan sıklıkla bahsetmiştir.
Pengsheng, “Atatürk’ün çizdiği çağdaş ve insani siyaset bütün dünya ulusları için bir ibret örneğidir. Çin ulusu Atatürk’ün çizdiği yoldan yürümeye çabalamalıdır” demiştir.
Ayrıca, Çin’in Ankara Elçiliği Müsteşarı Wang Pengsheng, “Türkiye’nin başarısının Çin için büyük bir örnek oluşturduğunu” söylüyordu. Pengsheng, “Asya’da Japonya ve Türkiye’nin modernleşme hareketlerinde başarılı olduklarını” belirtmiş fakat iki İnkılap arasındaki temel bir farka da işaret etmiştir: “İki İnkılap arasındaki fark, Japonya’nın emperyalist emelleri varken, Türkiye barışçı bir politika benimsemiştir.” Pengsheng, “Atatürk’ün çizdiği çağdaş ve insani siyaset bütün dünya ulusları için bir ibret örneğidir. Çin ulusu Atatürk’ün çizdiği yoldan yürümeye çabalamalıdır” demiştir.
Türkiye’deki Çin diplomatlarının Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci ve ilerici kişiliğine duydukları ilgi bu düşüncelerde önemli rol oynamaktadır. 1938 yılında yeni atanan Çin Maslahatgüzarı M. D. Toung, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda, “Doğu ile Batı’nın cazibesini birleştirmiş olan Ankara’da bulunmaktan çok memnun olduğunu” belirtmiştir. “Türklerin medeniyeti doğudan batıya götürdüğü şimdi yeni ve modern medeniyeti batıdan doğuya götürdüğünü” vurgulamış; “Çin Cumhurbaşkanı Çan Kay Şek’in Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun devrimlerini daima hayranlıkla andığını” belirtmiştir.
- Çin’de görevlendirilen ilk Türk Büyükelçisi Emin Ali Sipahi Bey’den de bahsedebilir misiniz? Çin’e ne zaman gitti ve göreve ne zaman başladı?
Türkiye de 8 yıllık aradan sonra Çin’e elçilik kurmak için çaba sarf etmiştir. Emin Ali Sipahi, 21 Aralık 1939 sabahı Chongqing’e gelmiştir. Çinliler de memleketlerine atanan ilk Türk elçisini samimi bir şekilde karşılamıştır. Elçimizi, diplomat Mao-Lan-Tuan, Çinli ve yabancı basın mensupları ve Çin’de yaşayan Türkler karşılamıştır.
Emin Ali Sipahi 27 Aralık günü Çan Kay Şek (Chiang Kai-shek) tarafından kabul edilmiş ve Çin’in ilk Türk elçisi olarak görevine başlamıştır. Fakat bu dönemde Çin-Japon savaşının devam etmesinden dolayı, Türk elçisi 1940-1941 yılları arasında Şanghay’dan görevini devam ettirmek zorunda kalmıştır.
Atatürk sonrası dönemde de ilişkiler devam etmiştir. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu kaos ortamından dolayı ilişkilerde boşluklar yaşanmıştır. Elçilerin atanmasında dönem dönem boşluklar oluşmuştur. 2 Haziran 1942’de Ankara’ya tayin edilen Çin elçisi Feng Chun Chang Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından kabul edilmiştir. Çin Elçisi Çang başka bir vazife için Türkiye’den ayrılmıştır.
- Sayın Güler, Japonya ve Çin arasındaki Mançurya Krizi, Atatürk döneminde Çin’i doğrudan Türkiye’yi ise dolaylı olarak ilgilendiren önemli bir olay. Bu kriz sırasında Türkiye’nin tavrı nasıl olmuştur?
Efendim, bilindiği üzere Japonya, 1905 yılında Çarlık Rusyası’na karşı kazandığı zaferden sonra Asya kıtasında yayılmaya başlamıştır. Bu kapsamda ele geçirdiği ilk bölge Kore olmuştur. Kore’deki hâkimiyeti ile birlikte Japonya, Mançurya demiryolları üzerinde tam bir hâkimiyet elde etmişti. Japonlar daha sonra Mançurya ekonomisindeki etkinlikleri ile Mançurya’da gücünü artırmaya devam etmiştir.
Eylül 1931’de bazı Japon subayları Mançurya demiryollarının Şenyang (Mukden) kesiminde bir bombalı saldırı gerçekleştirdiler. Bu olayı bahane olarak kullanan Japonya Mançurya’ya müdahale etmiş ve 1905’ten beri sadece demiryolları ile sınırlı olan hâkimiyetini bütün bölgeye yaymıştır. Bunun sonucunda, 1932’de Japonlar tarafından Mançuko Devleti kurulmuş ve başına da İmparator Pu Yi geçirilmiştir.
Asya kıtasının stratejik bölgesinde yaşanan bu gelişmeler ister istemez Türkiye Cumhuriyeti’nin de dikkatini çekmiştir. Bu olay karşısında Türk hükümeti dikkatli davranmış ve gelişmeleri yakından takip etmiş ve iki ülkenin arasında yaşanan bu gelişmelerin savaşa dönüşmemesi için taraflara itidal çağrısında dahi bulunulmuştur. İlgili çağrıya Çin hükümeti, “Japonya’nın yapmış olduğu taarruza karşı Türk Hükümeti’nin göstermiş olduğu ilgi ve alakaya karşı müteşekkir olduğu” şeklinde karşılık vermiştir.
Japonya’nın Mançurya’yı işgali konusunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile istişare eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Moskova Büyükelçisi Hüseyin Ragıp aracılığıyla SSCB’nin nabzını ölçmüştür. Bunun sonucunda SSCB’nin Mançurya’nın işgalinden rahatsızlığını ve Japonya’nın işgali genişletme ihtimalinin yüksek olduğunu Ankara’ya bildirmiştir. Ayrıca SSCB Dışişleri Bakanı Litvinov, Japonya’nın bu işgalle Kellog Paktı’nı açıkça ihlal ettiğini Hüseyin Ragıp’a iletmiştir.
Türk Dışişleri Bakanlığı, Çin-Japon anlaşmazlığının tarihsel süreci ve siyasi, askeri, sosyal ve ekonomik nedenlerini detaylı bir şekilde anlatan bir raporu Başbakanlığa sunmuştur. Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” olarak ifade ettiği dış politika vizyonu çerçevesinde çizilen Türk dış politikası ile Çin-Japon anlaşmazlığının bir an evvel sonlandırılabilmesi için yapılan uluslararası toplantılara Türk yetkililer de çoğu kez katılmışlar ve sorunun bir an evvel barışçı yollarla sonuçlanmasını dile getirmişlerdir.
Bu bağlamda Çin ve Japonya arasındaki Mançurya krizinin çözümü için oluşturulan On Dokuzlar Komisyonu toplantısı ile sonrasında Milletler Cemiyeti’nin Cenevre’de yaptığı toplantıya Türkiye Cumhuriyeti adına Bern Elçisi Cemal Hüsnü Bey ve Sivas Mebusu Necmettin Sadık Sadak katılmıştır.
Çin-Japon krizi, Çin ile SSCB’nin yakınlaşmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler Çin’in ileride komünist sisteme geçme ihtimalini ortaya çıkardığı için, Batılı ülkeler bu vaziyetten rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle İngiltere başta olmak üzere Batılı devletlerin bir kısmı Çin-Japon krizinde iki tarafa da silah satışını durdurmuşlardır.
Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti, Çin ve Japonya arasında yaşanan bu krizde taraf olmaktan çok, olayın barışçı yollarla çözülmesi gerektiğine inanmış ve politikasını SSCB ile koordine ederek iki tarafı da küstürmemek üzerine kurmuştur.
- Atatürk döneminde Çin’de Sincan (Xinjiang) Uygur Özerk Bölgesi’nde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmeler konusunda Atatürk Türkiyesi’nin tavrı nasıl olmuştur? İki ülke arasındaki ilişki nasıl etkilenmiştir?
Evet, bu konu iki devlet açısından da iki millet açısından da önemli bir mesele… 1911’de Çin Mançu İmparatorluğu’nun yıkılıp yerine Çin Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Sincan Uygur Özerk Bölgesi ile ilgili bazı önemli gelişmeler yaşandığı biliniyor. Özellikle bazı valilerin bölgeyi kendi istekleri ve sınırsız yetkilerle kullanarak yönetme çabalarının huzursuzluk yarattığı görülüyor.
Ayrıntısına girmeden şunu söyleyelim ki, 1930’da bölge valiliğine getirilen Jin Shuren’in Kumul’u ele geçirmesi ve vergileri artırması, Han Çinlilerinin bölgeye yerleştirilmelerinin sistematik bir hal alması bazı ayaklanmalara yol açmıştır. 1931’de Hoca Niyazi Hacim liderliğindeki Kumul Ayaklanması’nı, 1933’teki Mahmut Muhiti liderliğindeki Turfan Ayaklanması ve Mehmet Emin Buğra liderliğindeki Hoten Ayaklanması takip etmiştir. Bütün bunların birlikte hareketi sonunda Kaşkar’da 12 Kasım 1933’te “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurulmuştur. Bu devlet bir yıl yaşayacak, Rusya ve Çin tarafından yapılan müdahaleler nedeniyle iki cephede savaşmak zorunda kalacak ve nihayet 1934 yılında ortadan kalkacaktır.
Türkiye kamuoyu bu gelişmeleri oradan gelen öğrencilerden Aralık 1933’te öğrenmiştir. Bölgedeki gelişmeler emperyalist ülkelerin de ilgisini çekmiş, SSCB ile İngiltere arasında sıkı bir rekabet çıkmıştır.
Bu gelişmeler olurken, Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini geliştirmeye devam ettiği görülmektedir. 17 Şubat 1934’te basın aracılığıyla bir Çin askeri heyetinin Ankara’ya geleceği duyurulmuştur. Ankara’ya gelen Çin heyeti Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak tarafından karşılanmış olup, ziyaret esnasında çeşitli konularda görüş alışverişi yapılmıştır. Heyet, 20 Ocak’ta başta Atatürk olmak üzere Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birtakım görüşmelerde bulunmuştur. Bu görüşmeler sonrasında Atatürk ile ilgili, “dahi bir şefe sahipsiniz” diyen heyet başkanı General Yung Chich, Atatürk’ün yapmış olduğu inkılapların başarısından övgüyle söz etmiştir. Akabinde iki millet arasında tarihi dostane ilişkilerden bahsetmiştir.
Konuşmasının devamında Doğu Türkistan’a değinen Çinli General, “Ben Çin’den hareket etmeden önce bazı karışıklıklar olmuştu. Fakat son vaziyeti bilmiyorum… Çin’de bu karışıklıklar bazı generaller arasında meydana gelmektedir… Şarkî Türkistan’ın ayrı bir hükümet teşkil ettiğinden haberim yoktur. Ancak bu doğru ise bile Nankin hükümeti buna müsaade etmeyecektir…” sözleri ile Doğu Türkistan’a bakış açısını ortaya koymuştur.
Son olarak Yıldız’daki Orhaniye Kışlası’nı ziyaret eden heyet Türkiye’den ayrılmıştır. Ziyaret bittikten sonra Çin heyeti başkanı General Yung Chich Ankara’ya gösterilen ilgiden dolayı bir teşekkür telgrafı çekmiştir.
Atatürk dönemi Türkiye’sinin Çin ile ilişkilerini belirleyen en önemli olaylardan birisi olan Sincan’da (Doğu Türkistan’da) kurulan yeni Türk devleti Türkiye’nin “romantik” değil “realist, gerçekçi” bir dış politika izlemesi sebebiyle Türk-Çin ilişkilerini bozmamıştır. Çünkü Türkiye yeni kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti Devleti’ne karşı mesafeli davranmayı tercih etmiştir. Bu politikanın başlıca sebebi, bu devletin henüz tam anlamıyla yerleşmiş olmaması, yani geleceğinin belli olmaması ve Avrupalı güçler tarafından kullanılma ihtimalinin yüksek olması gerekçeleri idi. Bu endişenin Ankara’yı daha realist bir pozisyon almaya sevk ettiği görülmüştür. Ayıca 1933-1934 yılları yeni bir dünya savaşının ayak seslerinin geldiği yıllardır. Böylesi kritik bir dönemde SSCB ile ilişkileri bozmama düşüncesi de Türkiye’yi “Doğu Türkistan meselesi”nde mesafeli davranmaya yöneltmiştir.
- Sayın Hocam çok teşekkür ederiz. Güzel bir söyleşi oldu. Okuyucularımızın çok faydalanacaklarına inanıyoruz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
AG: Ben teşekkür ederim fırsat verdiğiniz için. Son olarak şunu söylemek isterim: Türkiye ve Çin köklü ve derin tarihi ilişkilere sahip iki devlet olarak, Atatürk döneminde kurularak geliştirilen ikili ilişkileri artırmalıdır. Pandemi sonrasında Asya’nın ve Avrasya’nın dolayısı ile Dünya’nın geleceğinin yeniden şekilleneceği ve yeni bir “Dünya Düzeni” kurulacağı belli olmuştur. Rusya ile Ukrayna arasında yaşananlar bunu göstermektedir. Gerek ikili, gerekse iki ülkenin içinde yer aldıkları siyasi, ekonomik ve askeri işbirliği kuruluşları üzerinden dünya barışına hizmet edilmelidir.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananlar zaman zaman dünyanın ve Türkiye’nin gündemini meşgul etmektedir. Bu konuda Çin’in bölgede demokrasi ve insan haklarını geliştirme çalışmalarına hız vermesini önemli olacaktır. Konu zaman zaman küresel güçlerin karşılıklı mücadelesinde kullanılmaya müsait olduğu için, Atatürk döneminde olduğu gibi, devletten devlete yürüyen ve realist bir politika yürütülmelidir.
Bu söyleşideki bilgileri verirken araştırmalarına zaman zaman atıf yaparak kullandığımız Sayın Mehmet Temel, Sayın Cihat Tanış ve Sayın Necati Demircan hocalarımıza teşekkür ederim.
Kaleminize sağlık, çok güzel sorular sormuşsunuz ve aldığınız cevaplarda çok açıklayıcı. Yine yeniden ellerinize sağlık 🌸